Cem Derya Dikici'nin Kamp ve Gezi Güncesidir !

.

Karagöl Kampı Ekim 2010

Doğrusu Ekim ayı oldukça yoğun geçti. Ekim ayının bu son etkinliğini, Karagöl’de harika bir kamp yaparak tamamladım. Karagöl harikulade bir yer. 
Göl kenarından manzara...
Rüzgar olmadığında harika yansıma fotoğrafları çekiliyor...
Karagöl yolunda şimdi terk edilmiş olan verem savaş tesisi bahçesinden...
Eskiden yolu çok bozuk olduğundan İzmir’e çok yakın olmasına rağmen, pek gidilen bir yer değildi. Özellikle çocukluk zamanımda oraya piknik için gittiğimizi hatırlıyorum da çok kötü bir tecrübe edinmiştim. Her yer pislik içindeydi. Sinekler, çöp kokuları ve gölde bulunan bilumum pislik neticesinde burası hakkında pekiyi düşünceler kalmamıştı.
Göl üzerine sis bulutları çökerken... (ne dersiniz biraz korku filmi setlerini andırmıyor mu?)
Uzun yıllar sonra Karagöl’e, EFSA (Ege Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği) ile piknik için geldiğimde çok şaşırmıştım. Aradan geçen uzun yıllar burayı oldukça güzel bir hale getirmişti. Karagöl2ü o kadar beğenmiştim ki buraya daha sonra kamp yapmak için geri geldim. İzmir’e bu kadar yakın ve doğa ile iç içe bir yer bulmak beni çok sevindirmişti.

Karagöle çıkarken hava şiddetli yağacağını söylüyordu ....
Fotoğraflardan da görebilirsiniz ancak Karagöl hakkında kısa bir iki bilgi aktarayım; Karagöl; İzmir Yamanlar dağı üzerinde bulunmaktadır. Karşıyaka Örnekköy’den 23km’lik bir dağ yolundan çıkılarak ulaşılır. 
Yol üzerinden manzaralar 1
Göl yaklaşık 35 dekarlık bir alana yayılmaktadır, tektonik hareketler ile oluşmuş olup derinliği bakımından kesin bir bilgim olmamasına rağmen işletme sahibinin göl ortasından aşağıya uzattığı 130mt lik halatın bile dibe ulaşmadığı söylenmektedir. Karagöl hakkında çeşitli efsaneler bulunmaktadır. Yunan mitolojisinde yer alan Tantalos ile yerel efsanelerimizden Hz. Hızır örnek gösterilebilir.
Yol üzerinden manzaralar 2
Bu kadar bilgi yeter diyerek kamp günceme geçebilirim J
Yol üzerinden manzaralar 3
Karagöl’ün tadına doyamamış olmalıyım ki buraya her fırsatta gelmeyi istiyorum. Bu sefer ki gelişimde burasını çok seven ve 1994’ten beri her sene eski arkadaşlarla toplanıp gelen bir grupla oldu. Bu arkadaşlar burayı o kadar çok sevmişler ki içlerinde Kaz dağlarının dibinde oturanlar olmasına rağmen yine de buraya gelen ve burayı kiralayıp işletip korumayı düşünenler bile vardı.
Yol üzerinden manzaralar 4
Yol üzerinden manzaralar 5
Aslında bu arkadaşlar bütün bir sene bekleyip burada buluşuyorlar. Senede bir tek kampta buluştuklarından bu kamp için uzun süre hazırlık yapılıyor. Bu hazırlık işine de yeri gelmişken değinmek istiyorum zira bizim yaptığımız kamp hazırlığına pek benzemiyor J Örneğin bir kuzu önceden alınıp gelmeye bir hafta kala kesilip dolapta dinlendirmeye alınıyor. Musa Abi’nin nereden temin ettiğini hatırlayamadığım halis köy tereyağı (şimdi yalan olmasın öyle tereyağı yemedim daha önce) ile yumurtaları ayrıca temin edilip kamp için getiriliyor. Tabi sadece yumurta ve tereyağı değil bilumum gıda ürünleri gelinecek minibüslere istifleniyor.  Kamp yaklaşık 4-5 gün sürüyor. Kamp için Fransa ve İngiltere’de dâhil ayrı ülkeler ve şehirlerden arkadaşlar yıllık izinlerini ayarlayıp geliyorlar.
Bu mantarlar devrilmiş bir ağacın gövdesini kendilerine mesken tutmuşlar...
Mantarlardan detay...
Eski arkadaşların bir şekilde böyle bir doğal güzellik içinde buluşması beni çok imrendirdi. Günümüzde yaşanan arkadaşlıkları ve boyutlarını düşündükçe böylesine içten, özlemli, birbirlerine değer veren insanları görmek beni etkiledi doğrusu. Buradan bir kez daha teşekkür etmek isterim. Beni de içlerine aldılar ve hiç yabancılık çekmedim. Hatta 2. günün sonunda kendimi eski bir grup üyesi gibi hissetmeye başladım. Genelde çok konuşan biriyimdir ama bu kampta genelde dinlemekle yetindim. Eski arkadaşların muhabbetini dinlemek daha doğru gibi geldi.
Bu fotoğraflar çekilirken harika bir ışık vardı...(güzel masaüstü olur ne dersiniz?)
Kampta hava genelde soğuktu (gece 5 dereceye kadar indi belki daha da aşağıya indi benim tespit edebildiğim 5 derece idi), gece yağan fırtınalı şiddetli sağanak yağış o kadar kuvvetliydi ki benim çadır bile (bile diyorum zira çok şiddetli yağışlarda bile içeri bir damla yağış girmemişti) hafifte olsa ıslanmıştı. Gerçi yağmur suyu havalandırma penceresinden girmişti ama olsun J

Sonbaharın harika renkleri...
Birde ısınmak için içlik ve mum almayı unuttuğumdan sabaha karşı üşüdüm diyebilirim. Hatta üşüdüğümden sabaha karşı 4:20 gibi uyanıp ateşi canlandırmayı ve biraz ısınmayı düşündüm. Üşenmeyip ateş başına geldiğimde yağan yağmurun etkisi ile ateşin söndüğünü ve kuru odunda kalmağını görünce ümitsizce çabalayıp çadıra geri dönmek zorunda kaldım. Sabahı zor ettim. 
Bu yol bizim telefon tepesi adını verdiğimiz bir yere çıkıyor. Göl civarından tel çekmediğinden bu tepeye ara ara çıkmak gerekli...
Bu da bana ders olsun kış kampına giderken mutlaka içlik ve mum alınmalı. Bilmeyenler için kışın küçük çadırlarda yakacağınız küçük bir mum çadır içinde ki soğuk havayı ciddi ölçüde kırar ve içeriyi ısıtır! (tabi benim gibi almayı unutmamalısınız J )

Lezzet bakımından yaşadığım en harika kamp bu oldu diyebilirim rahat rahat J Özellikle seyyar tokat mangalı ile yapılan kuzu kaburga kebabının, kavurmanın, pilavın ve diğer kuzu ile yapılan bilumum lezzetlerin tadını unutmak mümkün değil. Buradan yemekleri yapan Musa Abi’ye sonsuz teşekkürlerimi borç bilirim. Vedat Milör’e de ayrıca selam ederim J


Tüm bu lezzetler dışında Karagöl harika havası ve doğası ile gerçekten yaşanılası görülesi bir mekan herkese tavsiye ederim.
Bu kadar gevezelik yeter sanırım. Başka etkinliklerde buluşmak üzere…

24 Ekim Güzelbahçe Narlıdere Yürüyüşü

Herkese Merhaba Yeniden,


Bir gün önce yaptığım bisikletle 35km'lik yoldan sonra ağrıyan dizime, bacaklarıma ve ertesi gün çıkacağım dağ yürüyüşünün çantasını geç saatlere kadar hazırlamama rağmen gezme hevesim geçmemişti. Ertesi sabah erkenden kalkıp Güzelbahçe’den başlayacak olan yürüyüşe katılmam gerekiyordu. 
Güzelbahçe üzerinde yükselirken...



Daha ertesi günkü yiyecekleri ve çantamı hazırlamamıştım. Bisiklet turunun yorgunluğunu atamadan duş alıp çantamı ve yiyecekleri hazırladım. Tabi biraz titiz olduğumdan listeyi incelemek ve kontrol etmek zaman aldı. (Gece geç saatlere kadar sürdü desem daha doğru olur) Ertesi sabah erkenden yola koyuldum. Vapurun olduğundan yavaş gitmesi nedeniyle yolda yakalamam gereken otobüsü kaçırdım ve 30dk.lık bir rötar ile ancak buluşma noktasına (Güzelbahçe Meydan) vardım. 

İlk çıkışlar dik olduğundan  nefes sıkıştırmadı desem yalan olur :)
Meydanda içilen demli çay ile yapılan kahvaltının ardından üstümüzü değiştirip sırtımıza çantalarımızı aldıktan sonra yola koyulduk. Çok kısa bir düzlükten sonra yamaç sırtından yükselmeye başlamadan hemen öncesinde hafif bir açma germe çalışması yaptıktan sonra tırmanışa başladık. Yürüyüşlerin hemen başında dik yokuş çıkmak bir yanda insanın nefesini kesiyor diğer yanda ise önümüzde daha 14,5km mesafe olduğunu bilmek insanın moralini bozuyor :) doğrusu.


Ara ara verilen molalar ile iyice yükseldik. Artık Güzelbahçe iyice tepelerden izleniyordu. Bütün körfez ayaklarımızın altında idi. Bu arada aramızda yeni gelenler vardı ayakkabıları ve çantaları Papaz Dağına çıkmak için elverişli değildi bu sebepten rehberimiz Murat'ı ikna edip çıkacağımız Papaz Dağı zirveden vazgeçirdikten sonra öğle molasını vereceğimiz Kuzgunoluk mevkine yöneldik. 

Hava açıktı ama puslu idi...







Mola verilip yanımızda getirdiklerimiz ortaya dökülünce sert çıkışlar soluksuz kalmalar unutulup sofranın tadı çıkarıldı. Burada kurulan sofralar ile karnımızı doyurduktan ve dinlendikten sonra Narlıdere’ye doğru yola koyulduk. Sert inişler ve ara ara tatlı yükselişler ile Çatalkaya’ya vardık.




Çatalkaya tepesin önünde grubun bir kısmı Çatalkaya zirve yapmak için tepeye doğru yola koyulurken biz (yani aheste grup) aşağı yoldan ileride ki buluşma noktasına doğru yola koyulduk. Arkadaşlar zirve yapadursun biz buluşma noktasında yaktığımız ateş ile demlenen çaylarımızı yudumlarken arkadaşlar zirveden çıkageldi :) Ekip bir araya geldikten sonra yeniden Narlıdere’ye doğru inişimizi sürdürdük. Yolda daha önce Mansur ve Özkan ile kamp yaptığımız yeri de geçtik. Yeri gelmişken o kampta harika idi. Sabaha karşı uyanıp çadırdan dışarı çıktığımda dağı aşmakta olan sis harika bir görüntü veriyordu. 


Henüz 2-3 gün önce yağan yağmurların etkisi ile etrafta büyümüş çeşit çeşit mantar vardı. Daha da aşağıya indikçe olgunlaşmaya başlamış dağ çileklerini keşfedip inişimizi bir hayli uzattık. İnişin uzamasından sanırım pek kimse şikayetçi değildir :)


Orman bitip yerleşim başlayıp meydanda ki kahvelere vardığımız da üstelikte çıktığımız sayı ile indiğimizde herkesi tatlı bir mutluluk sarmıştı. İçilen demli çaylar ve limonlu sodalar ile kendimize gelmiştik.


Elime son ulaşan bilgilere göre toplam yürüme zamanımız 7 saat, toplam yürüme mesafemiz 15km olarak tescillenmiştir.


Not: Bu bloğa yazımı 2 gün sonra yazıyorum ama bacaklarım hala ağrıyor !!!

Görüşmek üzere…

23 Ekim 2010 Sasalı Piknik

Herkese Merhaba,
Ekim ayı etkinlik bakımından yoğun geçti diyebilirim. Öyle ki ay sonuna yaklaştığımız şu günlerde dizim, bacaklarım ve belim ağrımaya başladı. (Galiba biraz dinlensem iyi olur J )

Emektarımla baş başa gün batımı :))))
Gelelim etkinlik güncesine; 23 Ekim C.tesi günü İzmir Delileri ile Karşıyaka’dan Sasalı Piknik alanına bisiklet ile gidip geri döndük. 24 Ekim Pazar ise Gezenbilir grubu ile Güzelbahçe’den Narlıdere’ye toplamda 15km’ye yakın dağda yürüdük J

İzmir Körfezinden güneş batışı
Olayları tarih sırasına göre vermek gerekli diye düşünüp; Sasalı pikniği ile başlayayım. 

İşte İzmir Delilerinden bir gurup !!!
İzmir Delileri isimli bir grup ile c.tesi günü Karşıyaka’dan Sasalı’ya kadar gitmeye karar verdikten sonra acaba o kadar yolu çıkarır mıyım diye derin bir düşünce beni benden aldı. Ara sıra Karşıyaka bostanlı arasında bisiklet ile gidip geliyordum ancak bu sefer mesafe 15km civarında idi. Bunun dönüşünü de hesaba katar isek yaklaşık 30-35km yol yapıyor. Hadi ben dayandım diyelim ya emektar bisikletim dayanabilecek miydi???  Pekte hafife alınacak biri değilim doğrusu J



İşte tüm bu düşünceler beni için için yerken neden kendimi denemiyorum ki dedim. Bunun için perşembe akşamüstü hazırlanıp (tabi öncesinde ne olur ne olmaz deyip bisikletçide bisikleti kontrol ettirdim) yola düştüm. Yolda bisiklet yolunu kullanmakta ısrar eden bir sürü insan keyfimi biraz bozsa da tek mola ile 18km yolu sorunsuz çıkardım. (Üzerime esen sert rüzgârlara rağmen) Hedefim olan Sasalı Doğal Yaşam Parkına girerken bisikletim ile bir ufak sıkıntı yaşadım. İçeri bisiklet ile girilmesini yasaklanmış. Bisikletimi dışarıya kilitlemem istendi. Bende garantisini verirseniz kilitlerim dedim ama garanti veremediler. Ben de girmekten vazgeçmiş olarak geri dönerken bu yasaklamanın sebebini merak ettim ve bir yetkiliye sormak için geri döndüm. İçeride görevli yasaklamanın yeni başladığını ve nedenlerini anlattı.

Soldakinin gözleri görmüyor. Yanında ki ki ona yardım ediyor.
Daha önce böyle bir yasak yoktu ancak içeriye giren bisikletliler içeride ki yayalar ile bir iki çarpışma yaşamışlar. Özellikle yoğun günlerde içeride hızlı bir şekilde sürünce ciddi kazalar olmuş. Buna mecbur kalındığını çok şikâyet alındığını söyleyince itiraz edecek bir şey bulamadım doğrusu. Maalesef ki sahip olduğumuz özgürlüklerimizi yaşamayı bilemediğimizden veya kendimizi diğer insanlardan “uyanık” saydığımızdan elimizde ki özgürlükleri bile yaşamıyoruz. Bazı şeyler galiba bize bol geliyor. Bu bindiğimiz dalı kesme alışkanlığımız umarım tez elden biter. İçeride ki görevliler nezaket gösterip geri dönmeme müsaade etmeyip bisikletim için güvenli bir yer gösterinde bende yayan olarak içeri girebildim.

Sağdakinin ifadesine bakar mısınız???
Burası beni hem çocuk gibi neşelendiriyor hem de üzüyor. İçeride ki hayvanların önceki yaşam şartlarını bildiğimden burası eskiye göre oldukça iyi ama içeride ki hayvanların özgür olmadıkları fikri ve yaşadıkları stresi, fark edince insan üzülüyor. Örneğin meşhur filimiz Bahadır (namı diğer; Pak Bahadır) ile arkadaşlık etsin diye gelen yeni filimiz Begümcan; Bahadır kaptığı enfeksiyondan hasta olup gözlerini hayata kapatmasından sonra girdiği sıkıntıdan çıkmış görünmüyordu. Öyle ki hava alıp güneşlensin diye her gün dışarı salındığında kendisi için hazırlanan alana çıkmayıp içeriye girmek için demir kapıları dövüp durması içimi feci burkuyor doğrusu.

Uzun burun !!!
İçeride  ki gezimi bitirip geri dönüş yolunu tuttuğum da biraz yorulmuş olduğumu fark ettim. Yol üstündeki banklarda durup dinlendikten sonra bisikletime atlayıp Karşıyaka’ya doğru yola devam ettim.

Aramızda enerjisi hayli fazla arkadaşlar vardı 
Akşam hava karardığında eve varmıştım. (Yüzümde bir sevinç dizlerimde bir ağrı ile) Sevinmem parkuru sorunsuz tamamlamaktandı. Üzüntüm ise pedal çevirmeyi bilmememden kaynaklanan diz ağrım nedeniyle olmuştu.

Allahım sana geliyorum....
İyi bir dinlenmenin ardından ctesi günkü bisiklet gezisine hazırdım. Bostanlı iskelesinde buluşup Sasalı’ya giden bisiklet yoluna girdik. Yavaş tempolu bir sürüş ile vardığımız piknik alanı çok güzel bir yerde idi. Piknik alanının girişinde 600-700 civarında köpeğe ev sahipliği yapan bir barınak bile vardı. Barınakta koruma altına alınmış köpekleri izlemek insanın içini biraz burkuyor. Öyle ki yüzlerine baktığımda yüzlerinde terk edilmişlik, güvensizlik, korku, tedirginlik ve saldırganlık görüyorum ancak her şeye rağmen şefkat duygularını ve insanlara olan sevgilerini de kaybetmemişler.


İçeri girmeme izin olmadığından tel örgülerin ardından parmağımı uzatıp beni koklamalarına izin veriyorum. Eğer iyi bakamayacağınıza güvenmiyorsanız evcil bir hayvan almayınız! Zira buradakiler içinde evde bakılıp sonra da kapı dışarı edilenler hiçte azımsanacak gibi değil. İçlerinde ki ihanete uğramışlık, terk edilmişlik ve aldatılmışlık duyguları ile daracıcık alanda yaşamak zorundalar ancak tüm bu olumsuz tecrübelerine rağmen hala insanlara sevgi vermeye hazırlar! İki insanın trafikte sinyal yüzünden yaptıkları kavgaları ve bir iki bilezik yapılan canice olayları düşününce; insanın, insan olmak üzerine, ciddi ciddi düşünesi geliyor doğrusu !!!Acaba kim daha çok insana atfedilen davranışları gösteriyor ???

İzmir Delileri Gurubunun simgesi olan renkli şemsiye ile uçma denemeleri yaparken ...


Neyse bu kötü olayları unutup neşeli pikniğimize dönelim. İzmir Delileri gurubu ile Bostanlı’dan başlayıp aheste çevrilen pedallarla Sasalı piknik alanına geldik. Kısa bir dinlenmenin ardından nereden geldiği belli olmayan bir voleybol topu etrafında olunan çember ile spora olan ilgimiz hemen ortaya çıktı :) Bu arada sadece topla kaldığımız zannetmeyin lütfen ! Topla oynarken aynı kişilerle aynı zamanda 2 frizbi (˛̡) ile de oynayarak İzmir delileri gurubunun boşu boşuna deli olmadığını da ispatlamış olduk. (Bknz. yeri gelmişken; bu frizbi denen nane aslında Walter Frederick Morrison isimli bir tacirin 1950’lerde yaptığı bir icattır. Kendisinin UFO’lara benzettiği bu oyuncağa taktığı isim “Pluton Tabağı” idi. Yine o yıllarda Fresbee isimli bir kurabiye firmasının ürünün kapağını bu amaçla gençler kullanıyordu. Bu sayede bu oyuncağın ismi “pluton kapağı” değil “fresbee” (frizbi yazmak zorundayım TDK ‘da bunun bir karşılığını bulamadım maalesef L ) olarak kaldı. O kadar sevildi ki mühendisler uçuşunu rüzgar tünellerinde inceledi. Hatta Amerikan Deniz Kuvvetleri bu frizbilerin gelişmiş modellerini gece havada süzülüp işaret fişeği görevi görecek şekilde kullandı.  İşte böyle; frizbi deyip geçmemek lazım!)


Tabi ki adı piknik olup ta mangal olmadı mı pikniğin sanki boynu bükük kalır! Herkes bu bilgiye vakıf olduğundan olsa gerek ki yolda toplanan paralar ile alınan sucuklar yakılan ateşte istenen forma getirildikten sonra ekmek arasında içimizde ki sonu belli yolculuğa çıkmıştı bile :)



Doyasıya oynanan voleybol frizbi karışımı oyunlardan sonra artık dönüşe geçme vakti gelmişti. Toparlanıp dönüş yoluna çıktık. Dönüş yolu yorgunluk ve yenilenlerin sıkıştırması nedeniyle sık sık verilen kısa molalarla uzadı. Gerçi yolda gün batımı çok güzeldi. İzmir’e bu açıdan bakmamıştım doğrusu. İzmir içine bu kadar yakın sazlıkların olması beni şaşırttı doğrusu. Yakında ki kuş cennetinden gelen bir çok balıkçıl türünü kısa da olsa görme imkanım oldu.

Ay tepelerden doğarken Bostanlı...
Bostanlı’ya vardığımızda güneş batmıştı. Son km.leri bitirip eve geldiğimde dizlerim ağrıyordu :) Ağrıyan dizime rağmen eğlenceli bir gün geçirdim.

Görüşmek üzere...

Cem Derya Dikici: 15 Ekim 2010 Nif Dağı Kampı

Cem Derya Dikici: Nif Dağı Kampı: "Herkese Merhaba, Ekim ayında ki kamp etkinliğini, İDADİK (İzmir Dağcılık ve Doğa Sporları İhtisas Kulübü) ile gerçekleştirdim. İdadik’in 201..."

Nif Dağı Kampı

Herkese Merhaba,

Ekim ayında ki kamp etkinliğini, İDADİK (İzmir Dağcılık ve Doğa Sporları İhtisas Kulübü) ile gerçekleştirdim. İdadik’in 2010-2011 sezonu açılışı için düzenlediği kamp organizasyonuna katılıp Nif Dağ’ında kamp yaptık. Çok keyifli bir kamp oldu. Eski dağcı ağabeylerimizden tecrübe ile sabit hayat hikayelerini ve ilginç anıları dinledim.

İdadik 2010-2011 Sezon Açılış Kampı
Kamp alanında ki çadır sayısı akşam tahminen 20 civarındaydı O yüzden çadırlar biraz yakın oldu birbirine :)

Nif Dağı; İzmir Körfezi’nin doğusunda olup Ege’de ki Bozdağlar sıradağlarının batı yönünde ki en son temsilcisidir. Kuzeyi Manisa’da ki Spil Dağı’na ile Mahmut Dağ’ına komşudur. Dağın doğusu İzmir’in Buca ilçesine dayanır. Güneyi ise Torbalı Ova’sına bakar. Zirvesi 1510mt’dir. İzmir Körfezi nedeniyle denizden yüklü miktarda nem aldığından bol yağış alır. (Bu nemden beslenen Nif Çayı Torbalı ovasını beslemektedir) Kış aylarında zirvesi karla kapanır.

Harika manzaralar vardı.

Nif Dağı; antik çağlarda Olimpos adını taşıyan dağlardan biri olmuştur.  Eteklerinde Helenistik ve Bizans dönemlerden kalıntılar mevcuttur.  Doğusunda ki Karabel Geçidinde,  M.Ö. İkibinli yıllarda Bir Hitit savaşçı prensini (Mira) betimleyen kayalara oyulmuş gravür bulunmaktadır. Yine bu bölgede yapılan araştırmalarda birçok oda mezar bulunmuştur. Detaylı bilgi için bknz.

Kayacılar iniş yapacakları kanyona giderken
Kanyon başından aşağı inerken
Fazla bilgi göz çıkarmaz ancak bu kadar bilgi de yeterlidir diyerek kamp ile ilgili yaşadıklarıma geçeyim. Kavaklıdere Köyü’nden araçla bir süre yukarıya tırmandıktan sonra kamp alanımız üzerinde araçtan inip çantalarımız ile yaklaşık 100mt patikadan aşağı inerek kanyona yakın bir düzlükte kamp attık. Bölge daha önce de avcılar, kampçılar ve dağcılar tarafından bilinip kullanıldığından kamp ateşi için uğraşmak zorunda kalmadık. Kamp alanımızın etrafı çınar ve çam ağaçları ile çevrelendiğinden sonbaharın bütün o renk cümbüşü gözlerimizin önündeydi


İnilecek kanyonun mümkün olduğunca yukarıdan görüntüsü
İnilecek kanyonun mümkün olduğunca yukarıdan görüntüsü
Çadırlarımızı kurup yerleştikten sonra etrafı keşif için kısa bir tur attım. Kamp alanı vadi içinde korunaklı bir alanda ve dibinde küçük bir dere yatağı bulunmakta. Akşam yakacağımız ateş için civardan topladığımız odunlardan sonra kayacı ekip koşumlarını giyip civarda ki kanyondan iniş yapmaya gitti. Tabi bende onları fotoğraflamak için gittim J Dere yatağından 20dk.lık yürüyüş ile kanyona geldik. Arkadaşlar halatlarla kanyona inerken bende civarda makro çalışması yaptım.
Dere yatağından geri dönüp kamp alanına ulaştım.  Özenle hazırladığım tavuklu sandöviçlerimden biri ılık kahve ile yedim. Ilık diyorum çünkü termosumun yalıtımı bozulduğundan içinde ki su çabucak soğuyor. Günümüz termosları vakumlanmış hava ile ısı yalıtımı yapıyor. Sanırım termosumun vakumlu bölgesi artık vakumlu değil :(
Bu çiçeğin adını bilen varsa bildirebilir mi ???
Benim tahminim kardelengillerden (tabi öyle bir "gil" varsa)



Bunlar henüz açılırken ki halleri !

Doğa muhteşem gerçekten de !!!

Hava kararırken kamp ateşimizi yakmış ve karşısında yerimizi almıştık bile J Kamp ateşi karşısında ısınıp bol bol sohbet ettik.  Akşam için çok zengin bir menümüz vardı. Hamarat hanımlardan birinin ikramı olan (ben ona tatlıların şahı diyorum) aşureyi görünce ağzım kulaklarıma vardı sanırım :)
Ertesi sabah saat beşte Nif zirve yapacak grubumuz erkenden aramızdan ayrılıp çadırlarına geçtiler ancak diğerlerimiz arasında ki sohbet devam etti. Şarkılar ve türküler içinde gece ilerledi.Yanımda getirdiğim “marshmallow”ları (maalesef ki türkçe karşılığını bulamadım. Bilen varsa aydınlatırsa sevinirim) ikram ettim. Bu tatlının Türkçemizde karşılığı olmadığı gibi bu tatlıyı bilen de yoktu. Türk dağcılığına bir kavram katmış olmanın haklı gururunu yaşadım :)





Bu şirin süleymancık (bizim orda sülümencık derler) kampta biraz korku yaratmadı değil !!!

Gece ilerledikçe kamp sakinleri çadırlarına çekildi. Benim uykum gelmediğinden muhabbet masasına konuk olup gitar eşliğinde şarkılar türküler söyledik. Muhabbet,  geç saatlere kadar devam etti. Gece geç saatlerde bastıran yağmur ile çadırlarımıza çekildik. Gece yağan yağmur çok güzeldi. Yağmur çadırın dış tentesine vurdukça çıkan sesleri bir süre dinledim.

Gün içinde ki yorgunluk ve önceki gece 2 saatlik uyku uyuduğumdan sabah pek erken kalkamadım doğrusu J Öğlene doğru çevreden gelen sesler ile uyandım. Çadırdan başımı çıkardığımda etraf büyük bir kasabanın karnaval alanı gibiydi :) Bir gece önceden beraber geldiğimiz çadırcı grubumuza günlük yürüyüş yapan diğer grupta katılmıştı. Kamp alanı cıvıl cıvıldı. Önceki gece yağan yağmur yerini -aşırı tedbirli meteoroloji memurlarımıza inat- masmavi bir gökyüzüne bırakmıştı. Yağan yağmur ile taptaze toprak kokusu burnuma doluyordu.  Çadırımın önünde ki ağaçta İdadik tarafından yaptırılmış kupa, bere gibi eşyalar satılıyordu. Doğrusu bende güze bir polar bere aldım :)


Aslında bu kamp İdadik’in sezon açılışı için yaptığı bir organizasyon nedeniyle iki grup birleştirilmişti. Sabah zirve yapanlar dönmüştü. Kamp alanında bir grup kısa bir parkurda yürüyüş yapmaya çıktılar.
Kahvaltı için bir gece önceden yaptığım ama tadını pek beğenmediğim böreklerle ve kamp ateşinin üzerinde ki büyük çaydanlıktan sıcak su alıp demlediğim çay ile böreklerimi yedikten sonra bende etrafta kısa bir keşif yaptım. Günübirlik yürüyüş için gelen arkadaşlar önceden Kavaklıdere Köyüne doğru yola çıkmışlardı bile.  Biz deöğleden sonra geri döneceğimiz için yavaş yavaş çadırımı toplamam gerekiyordu. Yemekten sonra çantamı ve çadırımı topladıktan sonra keyif çayımı içip bizi yukarıda bekleyen aracımıza doğru tırmanışa geçtik. Çok kısa bir tırmanıştan sonra yolda bizi bekleyen aracımıza ulaştık. Adet olduğu üzere Kavaklıdere köyünde köy kahvesinde keyif çayımızı yudumlayıp sohbete daldık. Vakit ilerlemişti ve toparlanıp İzmir’e geri döndük.
Doğrusu dağda karnaval kalabalığı beklemiyordum ama itiraf etmeliyim ki çok güzel bir kamp oldu. Başka maceralarda buluşmak ümidiyle….